Bir vadi yarığına yerleşen anılar. Etrafını saran betonların arasında, sahipsiz ve tek başlarına duruyorlar. Birbirlerinden bu kadar farklı anıları bir araya getiren ise ortak mekanlar, mekandaşlıklar.
Gridal kolonların üzerine oturan katmanların her biri altındaki ve üstündeki katmanlarla birlikte çalışıyor. Anılar koridorlarda, ara katlarda ve avlularda kesişiyorlar. Bazı kesişmeler yeni anıların doğmasına da sebebiyet veriyor.
Yapı 4 temel katmandan oluşuyor ancak bu katmanları birbirine bağlayan geçiş katmanları ve plaklar da mevcut.
Vadi yarığının eğimine oturan yapı en alt katta plaklar, sahanlıklar ve merdivenlerle toprağa ulaşıyor. Merkezdeki iç avlu ağaçlar sayesinde toprak ile direkt ilişki kuruyor. Bir bahçe niteliği kazanan bu avlu, özellikle dış mekanda gerçekleşen anıların yerleştiği bir bölge. Balkonlar, merdivenler ve teraslar dış mekanla temas halinde. Anılar birbirini seyrediyor.
Kağıthane yokuşlarını tırmanan yaşlı bir adam bir caminin önündeki kaldırımda soluklanıyor. Etrafı seyrederken caminin arkasındaki bahçede büyümüş olan bahar çiçeklerini görüyor. Bahar ne zaman gelmişti? Artık eskisi gibi fark etmiyordu. Büyük bir mutluluk ve iştah ile bahar çiçeklerinin renklerini, zarifliğini seyretti. Rüzgar incecik dallarını usul usul sallıyordu. Soluğunu toplayan yaşlı adam toparlanıp eve dönmek üzere yola koyuldu.
5-6 yaşlarında bir çocuk. Hayatında ilk defa okul gezisine
çıkıyor ve hayatında ilk defa bir uzay evi müzesini geziyor. Uzaya dair tüm
bilgileri çizgi filmlerden… Güneş sisteminin dışında uçsuz bucaksız bir evrenin
oluşu, yıldız kümeleri, galaksiler.. Aklını kaçıracak gibi oluyor, zihninde,
ancak yetişkinlik yıllarında anlamlandırabileceği bazı cümleler beliriyor:
“Niçin, diyor, niçin… insanlar üzerlerinde bu kadar güzel ve gösterişli bir
manzara varken bakışları hep yeryüzüne çevrili?”
Adam yıllar önce gittiği okulunun önünden geçiyor. Çocukluk
hallerinin anımsıyor. Küçük çocuk, o kocaman adama bakıyor. Tanıyamadığı bu
adama hayranlık duyuyor. Adamsa çocuğa hayret içinde bakıyor. Masum bakışlı,
asker tıraşı olmuş bu çocuğu o büyütmüştü. Eskisi gibi hayal kuramıyordu, ancak
geleceğe daha net bakabiliyor, ayakları yere daha sağlam basıyordu. Anlamlı bir
selamlaşma ve ayrılış.
Adam eski bir dostunu görmek için İstanbul’a geliyor.
İstanbul’a çok sık gelmiyor. Küçük bir şehirde yaşadığından İstanbul’u karmaşık
buluyor. Yolunu kaybetmiş. Ulaşım haritaları ve tabelaları ona Çince gibi
geliyor. Tam o sırada uzaktan tanıdık bir yüz beliriyor. Arkadaşını görüyor.
Derin bir iç çekiş. Sarılıyorlar.
Markette kaotik bir yılbaşı akşamı. İnsanlar canhıraş
sepetlerini dolduruyor, stres ve sıkılganlık içinde kasa sırası bekliyorlar.
Herkes yılbaşının beklentilerini yerine getirmeye çalışıyor. Kavgalar ve
söylenmeler duyuluyor. Tüm bu kaos içinde markette yeni işe girmiş bir kasiyer
çocuk. Panik ve kaygıyla ürünleri okutmaya çalışıyor. Arkadan bir ses
duyuluyor: “Acele et!”. Çocuğun imdadına başka bir iş arkadaşı yetişiyor.
Yorucu bir iş gününün ardından beyaz yakalı bir kadın ofisin
terasına sigara içmeye çalışıyor. Terasta diğer çalışanlar da var. Yorgun
bakışlarıyla sigarasını tüttüren insanlar sanki mesai saatinin bitmesini
bekliyormuşçasına uzatıyorlar muhabbeti. Kadının canı sıkkın. Eve gidince onu
bekleyen diğer işleri düşünüyor. Bu esnada yalnız başına sigara içen bir çocuk
görüyor. Markette yeni işe girmiş. Biraz dertleşiyorlar. Umulmadık güzel bir
arkadaşlık.
Kağıthane yokuşlarından kağıt arabasıyla bir çocuk geçiyor.
Acaba bu yokuşları nasıl tırmanıyor? Peki ya duvarda asılı bayrak.. Onu kim
asmış? Ofisin penceresinden dışarıyı izleyen köpek işte bunları düşünüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder